30 Nisan 2024 - Salı

Şu anda buradasınız: / PEYGAMBERE SAYGI GÖSTERMENİN ÖNEMİ
PEYGAMBERE SAYGI GÖSTERMENİN ÖNEMİ

PEYGAMBERE SAYGI GÖSTERMENİN ÖNEMİ Prof. Dr. Bekir Topaloğlu


 


Hz. Muhammed (s.a.s.)  saygı göstermenin önemi, onun taşımış olduğu ilâhî görevden doğmaktadır. Gerçi peygamber de bir insandır. Ancak Cenâb-ı Hak, kendi mesajını insanlara iletecek ve onları yeryüzündeki “halife”si olgunluğuna eriştirecek olan peygamberleri insanlar arasından seçmiş ve -tabir caiz ise- özel bir eğitim ile yetiştirmiştir. Peygamber dinin tebliğcisidir. Sadece kendisinin münasebet kurabildiği yüce âlemden ilâhî mesajı alıp insanlara tebliğ eder. Bu mesaj, kişilerin bütün fikir ve duygu âlemlerine, bütün davranışlarına yön verme durumundadır. Buna mukabil insanlar, mesajın ilâhî kaynaklı olup-olmadığını doğrudan kontrol etme imkânına sahip değillerdir. Yapabilecekleri yegâne şey mesajı iletenin dürüstlüğünü, saygı değer, inanılır ve güvenilir olduğunu tespit etmektir.

 

Peygamberin şahsiyeti, insanlara sunduğu mesajın ilâhî kaynaklı olduğunun garantisini teşkil ettiği gibi, bu mesajın gereklerini yerine getirme açısından da büyük bir önem taşır. Çünkü insanlar, çeşitli kesimleriyle büyük kitleler (ümmet), madde ötesi fikirleri anlayıp benimsemekte ve hayatlarında uygulamakta güçlük çekerler. Bu fikirleri kendilerine sunanların hareket ve davranışlarına bakmak, onların şahsiyetlerini örnek almak isterler. Bu sebeple peygamber ilâhî mesajı tebliğ ettikten başka, bizzat ona uygun bir hayat örneği veren, kâmil insan tipini canlandıran şahsiyettir. İslâm inancına göre “peygamber” budur ve gelip-geçen bütün peygamberler bu üstün özelliklere sahip olmuşlardır.

 

Peygamberin gerek hayatında, gerek ebediyete göçüşünden sonra fonksiyonunu yerine getirebilmesi için sahip olduğu üstün şahsiyetin korunması gerekiyor. Onun şahsiyeti iftiralar, yanlış yorumlar, maksatlı tefsirlerle zedelendi mi getirdiği dinden şüphe edilmeye başlanır. Böyle bir ilâhî mesaj etkili olmaktan çıkar. İnsanlar dinin gerçeklerini tahrif ederek bozmaya ve kendi nefislerine uymaya başlarlar.

 

Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen 30’a yakın peygamberden övgü ile bahsedilmekte, şahsiyetlerini zedeleyecek ve ilâhî görevlerini etkisiz hale getirecek hiç bir hata onlara nispet edilmemektedir. İslâm âlimleri, peygamberlerin suçsuzluğu, günah işlemekten korunmuş (mâsum) olduğu konusu üzerinde önemle durmuşlar; tefsîr, hadis, kelâm, peygamberler tarihi gibi ilim dallarında meydana getirdikleri eserlerde bu konuyu da işlemişlerdir. Hatta İslâm literatüründe konuyla ilgili olarak “İsmetü’l-enbiy┠adıyla müstakil bir te’lif türü de meydana getirilmiştir. Yine Kur’ân’da son peygamber Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın seçkin vasıflarından bahseden, Allah nezdindeki üstün değerinden söz eden birçok âyet vardır.[1] Bu tür âyetlerde “Allah’ı sevmenin ve O’nun tarafından sevilmenin ancak peygamberini sevmek ve ona uymakla mümkün olduğu ifade edilmekte, Hz. Peygamber’e itaatin Allah’a itaat anlamına geldiği haber verilmektedir. Hatta ona seslenirken herhangi birine sesleniyormuş gibi davranmaktan, yüksek sesle hitap etmekten, huzurunda edebe aykırı davranışlarda bulunmaktan müslümanlar menedilmektedir. Konuyla ilgili âyetlerden biri olan ve ülkemizde, her Cuma namazında, hatîbin minbere çıkışından önce müezzin tarafından okunan bir âyet-i kerîmenin meâli şöyledir: “Şu bir gerçek ki bizzat Allah da, melekleri de Peygamber’e övgü ve senâda bulunurlar. Ey iman edenler! Siz de ona salâvat getirin, hürmet ve tâzim ile kendisini selâmlayın”.[2]

 

Yine Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Peygamber’in, her konuda hakem kabul edilmesinin, onun tarafından verilen hüküm ve bulunan çözümlerin tam bir gönül hoşluğuyla benimsenmesinin mümin olmanın şartı olarak kabul edilmiş[3], dille veya başka yollarla kendisine eziyet edilmesi kesinlikle yasaklanmıştır. Bilindiği üzere Saadet Asrı’nın Medine döneminde (milâdî 622-632) İslâm devleti kurulmuş bulunuyordu. Bu defa, devlet otoritesine karşı çıkamayan münâfıklar ve yahudiler Hz. Peygamber’i dedi-kodularla yıpratmaya, edebe aykırı söz ve davranışlarla gözden düşürmeye çalışmışlardır. Kur’an’da bu tür fiiller de kesinlikle yasaklanmış ve bu yollarla Rasûlullah’a eziyet edenlerin acıklı bir azaba çarptırılacakları haber verilmiştir.[4]

 

Peygamberler tarihiyle ilgili Kur’ân âyetlerinde söz konusu edilen ve inkârcılar tarafından onlara yönelik olarak yapıldığı haber verilen saygısızlıkları iki noktada toplamak mümkündür: Maddî ve mânevî tecâvüz. Maddî tecâvüz, peygamberin şahsına yöneltilmiş dövme, yaralama, öldürme türünden fiiller olabildiği gibi, onunla birlikte kendisine inananlara karşı kitle seviyesinde yöneltilmiş boykot, savaş ve benzeri şekillerde olmuştur. Peygamberler tarihinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere, mücadele etmek mecburiyetinde kalmayan, inkârcılardan eziyet görmeyen ve saygısız davranışlarla karşılaşmayan bir peygamber yoktur. Mânevî tecâvüze gelince, alay etme, küçümseme, çekiştirme, ayıplama, iftira etme, aile hayatını karalama vb. şekillerde olabilir. Peygambere yönelik maddi eziyet onun hayatta bulunmasına bağlı olduğu halde, mânevî eziyetin zaman açısından bir sınırı yoktur. Hatta denebilir ki mânevî eziyet, peygamber asrından uzaklaştıkça etkisini arttırır. Çünkü iftira ve ithamlara konu teşkil eden şahsın çağdaşları ve bunlarla bizzat görüşen nesiller hayatta olduğu dönemlerde, karalamalar etkilenecek çevreler bulamaz. Fakat zaman uzadıkça işin gerçeğine yakından vâkıf olanlar aradan çekilir, dedi-kodular gelişerek yayılır, kolaylıkla etkileyebileceği çevreler bulur.

 

Kur’ân-ı Kerîm’den ve peygamberler tarihiyle ilgili eserlerin incelenmesinden anlaşıldığına göre hemen bütün peygamberler, hitap ettikleri insanların eziyetlerine ve saygısızlıklarına maruz kalmışlardır. Bu, hakla batılın, ilimle cehaletin, faziletle rezaletin mücâdelesinden çıkan kaçınılmaz bir sonuçtur. Fikirden yoksun, faziletten uzak, mâneviyat ve gönül dünyasıyla ilgisi kesilmiş her reaksiyonun başvurduğu çare budur: Kaba kuvvet, tecavüz, iftira, karalama...

 

Hz. Peygamber’in Saâdet asrında ona dil uzatanlar müşrikler, münâfıklar ve yahudilerolmuştur. Bu saygısız cephenin ortak noktası İslâmiyet’in doğuşuyla menfaatlerinin zedelenmiş olmasıydı. Ne var ki Hz. Peygamber, şahsına yönelik olan ve müslüman cemaatin dinî hayat ve sosyal bünyesini saracak seviyeye ulaşmayan saygısızlıklara göz yummuş, bu tür davranışlara karşılık vermek suretiyle içe dönük bir huzursuzluğun ortaya çıkmasını istememiştir. Ancak İslâm devletiyle imzaladıkları anlaşmayı bozan ve düşmanla işbirliği yapan yahudileri cezalandırmış, müslümanların varlığı ve birliği için tehlike arzeden, fitne ve anarşi odakları haline gelen Kâ‘b b. Eşref gibi birkaç zorbayı bertaraf etmiştir. Evet, son peygamber Muhammed aleyhisselâma, kendi hayatında saygısızlık gösteren, biraz önce söylediğimiz üzere müşrikler, münâfıklar ve yahudilerdi. Bir de dinden dönen, sayıları sınırlı bir kaç kişi. Sonraki yüzyıllarda ise bazı gayr-ı müslimler, azınlıklar (zimmîler), bir de müslüman göründüğü halde Kelâm ve Mezhepler Tarihi âlimlerince İslâm dışı kabul edilen ve literatürde genellikle Bâtınîler diye adlandırılan aşırı şiî gurupları.

 

Bilindiği üzere bütün samimi müslümanların gönlünde Resûl-i Ekrem’in müstesna bir yeri vardır. O’nun kullandığı eşyadan ve kestiği sakaldan (Hırka-i Şerîf, Sakal-ı Şerîf, Emânât-i Mukaddese) tutunuz da adına (Muhammed, Ahmed, Mustafa), yaşayış tarzına, hanımları ve çocuklarına kadar birçok hatırası müslümanların gönül sürûru olmuştur. Münafıklar müstesna, hiç bir müslüman bilerek O’na saygısızlık göstermeyi hayâlinden bile geçirmez. Bu sebepledir ki son devirlere kadar İslâm tarihi boyunca müslümanlar tarafından Hz. Peygamber’e karşı dil uzatma vakasına rastlanmamıştır. Vuku bulmuş bir kaç hadise varsa bunlar kasıtsız, fuzûlî konuşma sırasında, dolaylı bir şekilde olmuştur.

 

İslâm dünyasının dışında materyalizm ve emperyalizmin tesiriyledir ki, yaklaşık bir asırdan bu yana, müslüman ülkelerde Peygamber’e karşı saygısızlık temayülleri baş göstermeye başlamıştır. Buna dünya çapındaki misyoner faaliyetlerinin etkilerini de eklemek lâzım. Zira gerek komünist, gerek sömürgeci ve gerek misyonerler çok iyi bilmektedir ki müslüman ülkelerde başarılı olmanın ilk şartı, müslümanların gönlünde taht kurmuş bulunan Hz. Muhammed (s.a.s.) sevgisini yok etmek, dolayısıyla onlardaki direnme gücünün kaynağını teşkil eden İslâm unsurunu ortadan kaldırmaktır. Özellikle son yıllarda yayın organlarında gittikçe dozajını arttıran saygısızlık cüretlerini, doğrudan materyalizm, emperyalizm ve misyoner faaliyetleriyle yahut da hasis menfaatleri uğrunda bunlara yardım eden veya bilmeyerek alet olan guruplarla açıklamaktan başka mâkul bir yol yoktur.

 

İslâmiyet’i yeni benimsemiş veya karşı çıkılmaz sebeplerle İslâmî konularda cahil kalmış bazı kimselerle münâfıklar hariç, bütün müslümanlar, Peygamberlerine karşı samimi ve engin hürmet duyguları beslerler. Bu her şeyden önce Kur’ân-ı Kerîm’in emir ve tavsiyesidir, kendi tutumu da aynı mâhiyettedir. Kur’an’ın bu üslubu sadece, kainata rahmet vesilesi olarak gönderilmiş bulunan Muhammed aleyhisselâm için değil, Kitâb-ı Mukaddes’te de adı geçen ve yahudi ile hıristiyanların da kabul ettiği bütün peygamberler için söz konusudur. Müslümanlar bu asil duygularını daima korumuş ve bu duyguyu zayıflatıp tahrip edecek faktörleri bertaraf etmeye çalışmışlardır.

 

Peygamber saygısı prensibinden hareket eden İslâm âlimleri gerek Resûl-i Ekrem’e, gerek diğer peygamberlere yöneltilmiş tenkitlerin sadece cevaplandırmak amacıyla nakledilebileceğini söylemişlerdir. Konuyla ilgili olarak detaylı bilgi ve tartışmaların ilim çevrelerinin dışına taşırılmasını ve halka aktarılmasını hiç bir şekilde doğru bulmamışlardır.

 

Kanaatime göre, bu noktada temas edilmesi gereken bir husus da şudur: İnsanların öyle davranışları vardır ki işlendikleri çağa ve sosyal şartlara göre değerlendirilmesi gerekir. Bu davranışlar, o çağın sosyal şartları içinde tabiî karşılanırken günümüzde yadırganabilir, hatta ayıp ve kusur telakki edilebilir.

Düne ve bugüne ait olmak üzere hangi insan olursa olsun, aile hayatı ele alınıp bütün detaylarıyla ortaya konulduğu takdirde onda bazı insanlar tarafından yadırganacak hususlar mutlaka bulunur. Aslında tabiî ve meşrû olan bu hususlar tenkit konusu edilebilir. Hz. Peygamber’in özel hayatı İslâm Fıkhı’nın ibadet, muâmelat, kadınlara mahsus haller, ceza hukuku açılarından bir model ve kaynak durumunda olduğundan ayrıntılı bir şekilde sonraki dönemlere rivayet yoluyla intikal ettirilmiştir. Tabiî bu rivayetlerin içinde hadis tekniği açısından doğru (sahîh) olmayanlar da bulunabilir. Namaz gibi en açık, en yaygın bir ibadetin Rasûlullah’tan alınış ve sonraki nesillere aktarılışında dört mezhebin hayli farklı tespitleri bulunduğuna göre onun aile hayatıyla ilgili farklı tespitlerin varoluşu da rivayet tekniği açısından tabiidir. Bu tür nakillerin hepsini vuku bulmuş telakki etmek, dinî gerçekler sanıp uyulmasını tavsiye etmek elbette doğru değildir. Ve bunları şahsî yorumlarla abartıp halka aktarmak -art niyetlerin veya marazi bir ruhun değilse- gaflet ve basîretsizliğin sonucu olmalıdır.

 

Peygamberlerde bulunan en üst seviyedeki kemal vasıflarının, günahtan korunmuş olma özelliğinin kendisinde veya bir başkasında bulunduğunu iddia eden kimse de peygambere karşı saygısız davranmış olur. Allah’tan başka hiçbir varlığın -melekler dahil- peygamberden üstün olamayacağını bilmek ve değerlendirmelerini ona göre yapmak her müslümanın dinî görevidir.

 

Allah’tan başka hiçbir varlığa ilahlık nispet etmemek, yalnız O’na kulluk etmek İslâm’ın ana prensibidir. Bunun dışında kalan her türlü saygı, sevgi ve nazik davranışı Hz. Muhammed’den esirgememek de müslüman olmanın sembolüdür. “Muhammed” adı, “Peygamber” (Nebî, Rasûl) kelimesi, ibadetlerimizin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ezanda, kāmette, tahiyyatta, salli-bâriklerde, diğer ibadet ve zikirlerde bu ad ve kelimeler her gün, her mümin tarafından yüzlerce defa saygıyla anılmaktadır. Yahudi ve hıristiyanların mahrum olduğu bu saygı nimetinin kıymetini bilmeli ve onların düştüğü mâneviyat bunalımına düşmemeliyiz.

Dipnot



[1]-Bu konu için bk. Kādī İyaz, eş-Şifâ (nşr. Muhammed Emin Karaali ve diğerleri), Dımaşk 1392, I, 51-135.

[2]-Ahzâb Sûresi 33/56.

[3]- Nisâ Sûresi 4/65.

[4]- Bakara Sûresi 2/104; Tevbe 9/61.

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul